dönemin sanatçıları ve eserleri

TANZİMAT EDEBİYATI



TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATI(1.KUŞAK)SANATÇILARININ HAYATI VE ESERLERİ

TANZİMAT EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
Tanzimat edebiyatı, Batı kültürüyle yetişen kimselerin Tanzimat devrinde Batı edebiyatını Örnek tutarak meydana getirdikleri edebiyattır. Bu edebiyat siyasî Tanzimat’ın ilânından yirmi yıl kadar sonra 1860’ta, Şinasi’nin Agâh Efendi ile birlikte Tercümân-ı Ahvâl gazetesini çıkarmalarıyla başlamış, 1895’e kadar sürmüştür. Tanzimat edebiyatının başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir:
a.Tanzimat edebiyatı sanatçıları, Divan edebiyatında bulunan şiir, tarih, mektup, v.b gibi edebiyat türlerini Batı anlayışına göre yenileştirmişler; ayrıca, Divan edebiyatında hiç bulunmayan makale, tiyatro, roman, hikâye, anı, eleştirme, v.b. gibi yeni edebiyat türleri getirmişlerdir.

b.Tanzimat edebiyatının özellikle ilk devirlerinde yetişen sanatçıların çoğu (Ziya Paşa, Namık Kemal, v.b...) Montesquieu, Rousseau, Voltaire, v.b. gibi Fransız devrimci yazarlarının etkisi altında kalarak, makale ve şiirlerinde zulme, haksızlığa, hırsızlığa. geriliğe karşı şiddetli bir dille mücadeleye girişmişler; vatan, millet, hürriyet. hak, adalet, kanun, meşrutiyet. v.b. gibi kavramları memlekete yaymaya çalışmışlar, “toplum için sanat” anlayışını benimsemişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçılar ise (Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmit, Sami Paşazâde Sezai v.b.) toplum işlerine daha azkarışmışlar, “sanat için sanat” anlayışını benimser görünmüşlerdir.
c. Çoğu Fransız edebiyatını örnek olarak alan bu sanatçıların bir kısmı Klasisizm (Şinasi,  Ahmet Vefik Paşa, Ali Bey, v.b.).bir kısmı da Realizm (Recaizâde Mahmut Ekrem, Sami Paşazâde Sezai, Nabizâde Nâzım, v.b.) akımlarının etkisi altında eserler vermişlerdir.

ç.Tanzimat edebiyatı, Divan edebiyatının tersine olarak, seçkin kişiler için değil, halk için meydana getirilen bir edebiyat olmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu görüşü benimseyen sanatçılar (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ali Bey, v.b.) özellikle makale, tiyatro, anı, kısmen de roman türlerinde bu yolda eserler vermişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen bazı sanatçılar ise (Recaizâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, v.b.)
bu amaçtan uzaklaşmış görünmektedirler.
d. Bu görüşün bir sonucu olarak, dilin sadeleşmesi, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi düşüncesi savunulmuştur. Tanzimat edebiyatının başlıca sanatçıları (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ahmet Cevdet Paşa, Şemseddin Sami, v.b.) dil konusunda böyle düşünmekle birlikte, hiçbiri eski alışkanlıklarından kurtulup da büsbütün konuşma diliyle yazmış değildir. Sade dil, daha çok, tiyatro; anı, mektup, bir dereceye kadar da makale ve romanlarda kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçıların bir kısmı ise ( Recaizâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa-zâde Sezai, özellikle Abdülhak Hamit) konuşma dilinden epey uzaklaşmışlardır.
e. Tanzimat edebiyatında en önemli yenilik, nesirde, anlatımın kuruluşunda görülmüştür. Bu edebiyatta söz hüneri göstermek değil, birtakım düşünceleri halka yaymak amacı güdüldüğünden, “seci” ler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır.

f.Tanzimat edebiyatı nazmında şiirin konusu genişletilmiş, günlük hayatla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiir konusu olarak seçilmiştir; İlk zamanlarda Divan edebiyatı nazım biçimlerinin dışına pek çıkılmamış, yeni düşünceler eski biçimler içinde söylenmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal v.b.) ise de sonraları eski biçimler büsbütün bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır (Recaizâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit, v,b.) ; yeni nazım biçimleri ilkin Fransızca’dan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır; beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına, Divan şiirindeki “parça güzelliği” anlayışı yer yine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani “konu birliği” ne ve “bütün güzelliği” ne önem verilmiştir: genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk’lerin tabiî ve ulusal vezninin hece vezni olduğu anlaşılmış, bu vezinle yazmaya tarafçılık edilmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa v.b)  
BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATININ ÖZELLİKLERİ
Bu dönem, demokratik hak ve özgürlüklerin sı­nırlı da olsa kullandığı zamana rastlar.
1860′da ilk özel Türk gazetesi Tercüman-ı Ahval’ın çıkarılışı ile başlar.
Birinci dönem Tanzimat Edebiyatının özellikleri:
1. Bu döneme ” sanat, toplum içindir.” Anlayışı egemendir. Sanatçılar, bu yüzden, sanatı toplumu eğitmede. Batı kültür öğelerini tanıtmada bir araç olarak görmüşlerdir.
2. Sanatçılar, o döneme kadar edebiyatımızda görülmeyen roman, öykü, tiyatro, makale, eleştiri, gazete, .gibi düzyazı türlerini edebiyatımıza soka­rak, düzyazının her alanında eserler vermeye ça­lışmışlardır. Bu ürünler ilk kez denendiğinden, takli­de dayalı olduğundan, sanatsal nitelikleri oldukça zayıftır.
3. Sanatçılar, sade bir dille yazmayı amaçlama­larına karşın, köklü alışkanlıkları nedeniyle bu ama­cı yeterince uygulayamamalardır.
4. Edebiyatta, Fransız Devrimi’nin yaydığı, yurt, ulus, adalet, hukuk, eşitlik, özgürlük… gibi kavramlar kullanılmıştır.
5. Şiirin konusu genişlemekle birlikte, divan edebiyatı nazım biçimleri ( gazel, kaside, terkib-i bent….) aynen kullanılmaya devam etmiştir.
6. Şiirlerinde, genelde aruz ölçüsü kullanılmaya devam edilmiş ancak, hece de denenmiştir.
7. Divan şiirinde görülen parça güzelliği anlayışı yerini, konu birliğine, bütün güzelliğine bırakmaya başlamıştır. Kasidenin bölümleri kaldırılmıştır.
8. İlk dönem şiirinde, siyasal ve toplumsal so­runlar, şiirin ana konusunu oluşturmuştur.
9. Bu dönem roman ve öyküsü teknik yönden yetersiz, zayıf ve kusurludur. Betimlemeler aşırı ve abartmalıdır. Kişiler, iyi ve kötüler olmak üzere tek yönlü olarak ele alınmıştır. Sanatçılar, kişiliklerini eserlerine yanıtmışlar konuyu yer yer keserek kendi duygu ve düşüncelerini açıklamışlardır.
10. Roman konuları; alafrangalık Özentisi, köle ticareti, görücü usulüyle yapılan evlilikler sonucu yaşanan aile sarsıntılarıdır.
11. Batılı anlamda tiyatro bu dönemde edebiya­tımıza girdi. Öncesinde, Karagöz ve Ortaoyunu gibi yazılı metne dayanmayan, sahne ve dekor gibi öğeleri kapsamayan türleri görüyoruz.
Tiyatronun etkisine inanan Tanzimat’ın birinci dönem sanatçıları bu alanda, dil ve sahne tekniği yönünden başarılı örnekler verdiler. Eğlence ile toplumsal yararı birleştirerek toplumsal eğitimi amaçladılar. Dramları romantizmin, komedileri de klasizmin etkisiyle yazdılar.
12. Divan düz yazısının süslü - sanatlı anlatımın, yerini bu dönemde düşünce özü taşıyan bir anlatı­ma bırakmaya başladı. Cümleler kısaldı ve ilk kez noktalama işaretleri kullanıldı.
13. Tanzimat’ın birinci döneminde gazetecilik önemsenmiş, halkla iletişim kurmada önemli bir araç sayılmıştır.
14. Eleştiri de edebiyatımıza Tanzimat’la girmiş­tir. İlk dönemdeki eleştiriler, edebiyatımızı modern­leştirmeyi, eski edebiyatı yıkarak, yeni edebiyatı yerleştirmeyi amaçlamıştır.
15. Fransız edebiyatını örnek alan birinci dönem Tanzimat sanatçılarının başlıcaları İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Vefık Paşa, Şemsettin Şemsi’dir.
Bu sanatçılardan Şinasi ve Ahmet Vefık Paşa klasisizmin, Namık Kemal ve Ahmet Mithat Efend de romantizmin etkisinde kaldılar.
   




NAMIK KEMAL




21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888’de Sakız Adası’nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal. Namık adını ona şair Eşref Paşa verdi. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşında İstanbul’a babasının yanına döndü. 1863’te Babıali Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı buldu. 1865’te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazıyordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın nedeniyle 1867’de kapatıldı.

Sürgünler dönemi

Namık Kemal, İstanbul’dan uzak olması için Erzurum’a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı. Bir süre sonra Londra’ya geçerek Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı "Muhbir" gazetesinde yazmaya başladı. Ama Ali Suavi’yle anlaşamadı, Muhbir’den ayrıldı. 1868’de gene Fazıl Paşa’nın desteğiyle "Hürriyet" gazetesini çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden, Avrupa’da desteksiz kalınca, 1870’te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısıyla İstanbul’a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik beylerle birlikte 1872’de "İbret" gazetesini kiraladı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete 4 ay kapatıldı. İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı "Vatan Yahut Silistre" oyunu, 1873’te Gedikpaşa Tiyatrosu’nda sahnelendi. Oyunu izleyenler galeyana gelip olay çıkardı. Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kalebentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi.

Türk Edebiyatı'nda İlkleri

1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca Meclis-i Mebusan kapatıldı, Namık Kemal tutuklandı. Midilli Adası’na sürüldü. 1879’da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884’te Rodos, 1887’de Sakız Adası’na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü. Şiirlerini küçük yaşlardan itibaren yazdı. Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilendi. En önemli özelliklerinden biri, Türk şiirini Divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışması. "Vatan Şairi" diye de isimlendirildi. Tiyatroya özel bir önem verdi, altı oyun yazdı. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Vatan Yahut Silistre, Avrupa’da da ilgi uyandırdı ve beş dile çevrildi. İlk romanı "İntibah" 1876’da yayınladı. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle görmeye çalışmasının yanı sıra, dış dünya betimlemeleriyle de İntibah Türk romanında bir başlangıç sayılır. Romanı ve tiyatroyu toplumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleştirisini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri oldu. En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Harâbât ile Takip. Gazeteci olarak da Türk kültürü içinde önemli bir yeri var. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayınlandı. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadar.





ESERLERİ

OYUN:
Vatan Yahut Silistre (1873, yeni harflerle 1940)
Zavallı Çocuk (1873, yeni harflerle 1940)
Akif Bey (1874, yeni harflerle 1958)
Celaleddin Harzemşah (1885, yeni harflerle 1977)
Kara Bela (1908)

ROMAN:
İntibah (1876, yeni harflerle 1944)
Cezmi (1880, yeni harflerle 1963)

ELEŞTİRİ:
Tahrib-i Harâbât (1885)
Takip (1885)
Renan Müdafaanamesi (1908, yeni harflerle 1962)
İrfan Paşa’ya Mektup (1887)
Mukaddeme-i Celal (1888)

TARİHİ KİTAPLAR:
Devr-i İstila (1871)
Barika-i Zafer (1872)
Evrak-ı Perişan (1872, yeni harflerle 1973)
Kanije (1874)
Silistre Muhasarası (1874, yeni harflerle 1946)
Osmanlı Tarihi (1889, ölümünden sonra, yeni harflerle 3 cilt, 1971-1974)
Büyük İslam Tarihi, (1975, ölümünden sonra)


ŞİNASİ




5 Ağustos 1826’tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. 13 Eylül 1871’de İstanbul’da yaşamını kaybetti. Asıl adı İbrahim Şinasi. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829’da Osmanlı-Rus Savaşı’nda şehit oldu. Annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. İlköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi’nde ve Feyziye Okulu’nda tamamladı. Müşiriyeti Mektubî Kalemi’ne katip adayı olarak girdi. Arapça ve Farsça, Fransızca öğrendi. 1849’da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris’e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Doğu kültürleri araştırmacısı De Sacy ailesi ile dostluk kurdu, Ernest Renan’la tanıştı, Lamartine’in toplantılarını izledi. Yine doğu kültürleri araştırmacısı Pavet de Courteille’nin çalışmalarına yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851’de Société Asiatique’e üye seçildi. 1854’te İstanbul’a döndü. Bir süre Tophane Kalemi’nde çalıştı. Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Encümen-i Daniş’te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın görevinden ayrılması üzerine sakalını kestiği için üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa 1857’de yeniden sadrazam olunca, eski görevine döndü.

Tercüman-ı Ahval ve Tesvir-i Efkar

1860’da Ağah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl gazetesini çıkardı. 1862'de de Tasvir-i Efkar gazetesini çıkardı. Devlet işlerini eleştirdiği ve Sultan Abdülaziz’e karşı girişilen eylemleri desteklediği gerekçesiyle 1863’teki Meclis-i Maarif’teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal’e bırakarak, 1865’te Fransa’ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi. Yaklaşık 5 yıl Ulusal Kitaplık'ta araştırma yaptı. Tamamlayamadığı kapsamlı bir Türkçe sözlük üzerinde çalıştı. 1867’de İstanbul’a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris’e gitti. 1869’da tekrar İstanbul’a dönünce bir matbaa açtı, eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. 13 Eylül 1871’de beyin tümöründen yaşamını yitirdi. Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketlerine öncülük ederek, dil, edebiyat ve düşünce yaşamının gelişmesine katkıda bulundu. Fransız şairlerinden çeviriler yaptı. Eski nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerde yeni düşünceleri dile getirdi. Öz ve biçim yönünden tümüyle yeni şiirler de yarattı. 1860'da yazdığı tek perdelik "Şair Evlenmesi" adlı komedi, Batılı anlamdaki ilk Türkçe oyundur. Anlatımdaki yeniliklerin yanısıra tema bakımından da Türk tiyatro edebiyatının öncüsüdür. Ama asıl önemli çalışmalarını gazetecilik alanında yaptı. Batılılaşmayı savunan "Tasvir-i Efkar", bir düşünce gazetesi kimliğiyle Türk basın tarihinde önemli bir aşamadır. Dildeki yalınlaşma çabasını edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle destekledi.




ESERLERİ

Tercüme-i Manzume
Şair Evlenmesi
Müntehabat-ı Eşhar (1862, Divan-ı Şinasi adıyla da bilinir, şiirlerinden seçmeler)
Durub-u Emsal-i Osmaniye (1863, atasözleri derlemesi)
Müntahabat-ı Tasvir-i Efkar (18623, 1885. Ebüzziya Tevfik tarafından düzenlenen seçme makaleler)


ZİYA PAŞA





1825'te İstanbul'da doğdu, 17 Mayıs 1880'de Adana'da yaşamını yitirdi. Ası ismi "Abdülhamid Ziyaeddin." Galata Gümrüğü'nde katiplik yapan Erzurumlu Ferideddin Efendi'nin oğlu. Bayezit Rüşdiyesi'ni bitirdi. Özel derslerle Arapça, Farsça öğrendi. Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi'nde çalıştı. 1855'te Mustafa Raşid Paşa aracılığıyla sarayda Mabeyn Katipliği'ne atandı. bu sırada Fransızca öğrendi. Ali Paşa sadrazam olunca saraydan uzaklaştırıldı. 1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya Mutasarrıfı ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye üyesi oldu. 1865'te Yeni Osmanlılar Cemiyeti'ne katıldı. Yeniden Kıbrıs'a atanınca 1867'de Namık Kemal ile birlikte Londra'ya kaçtı. Birlikte Yeni Osmanlılar'ın yayın organı olan Hürriyet gazetesini yayınladılar. Namık Kemal'in ayrılmasından sonra gazetenin sorumluluğunu üstlendi. 1870'te Cenevre'ye gitti. Ali Paşa'nın ölümünden sonra 1871'de İstanbul'a döndü. 1872-1876 arasında Şurayı Devlet üyeliği ve maarif müsteşarlığı yaptı. Anayasayı hazırlayan Kanun-i Esasi adlı kurumda görevlendirildi. 1'inci Meşrutiyet'in ilanından sonra 1877'de vezir rütbesiyle önce Suriye Valiliği'ne ardından Adana Valiliği'ne atandı. Adana'da yaşamını yitirdi. 2'nci Abdülhamit yönetimine karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savundu. Batılılaşma yanlısı, yenilikçi Tanzimat Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer aldı. Namık Kemal ve Şinasi ile birlikte yeni Türk edebiyatının temellerini attı. Tür edebiyatının kendi geleneğine sahip çıkmasını istedi, şiir ve yazı dilinin halkın dili olması gerektiğini savundu. Şiirlerinde divan şiir biçimlerini kullandı ama içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işledi. "Terci-i Bend" ve "Terkib-i Bend" isimli iki şiirinde ise insanın yargısı ve gerçeği kavramanın olanaksızlığı, Tanrı'nın mutlak egemenliği gibi metafizik konular üzerinde durdu. 1874-1875'te Arap, Fars ve Türk şairlerin şiirlerini "Harabat" adlı 3 ciltlik ansiklopedide topladı.




ESERLERİ

Zafername (1868, düzyazı şiir)
Rüya (ölümünden sonra, 1910)
Veraset Mektupları (ölümünden sonra 1910)
Eş'ar-ı Ziyâ (ölümünden sonra şiir, 1881)



DİĞERLERİ



TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATI(2.KUŞAK)DÖNEMİ SANATÇILARININ HAYATI VE ESERLERİ

İKİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATININ ÖZELLİKLERİ
1876′da açılan I. Meşrutiyet Meclisi 1877′de ll. Abdülhamit tarafından, Osmanlı - Rus Savaşı gerekçe gösterilerek kapatılır. Anayasa yürürlükten kaldırılır. Aydınlar üzerinde bir baskı, sürgün ve jurnal dönemi başlar. Bu baskı sonucu yıldırılan, etkisizleştirilen sa­natçılar, toplumsal konulan bırakarak bireysel ko­nulara yönelirler.İkinci dönemin başlıca özelliklen şunlardır:1. Bu döneme ” sanat sanat içindir” ilkesi ege­mendir. Toplumu sanat ürünleriyle dönüştürme, bir yana bırakılıp, sanatsal kaygılar ön plana çıkarılır.
2. Şinasi’nin başlattığı dilde sadeleşme çabaları bütünüyle duraklar. Dil ağırlaşır. Açık anlatım yerini kapalı ve sanatlı anlatıma bırakır.
3. Gazetecilik, ilk dönemdeki toplumsal etki ve işlevini yitirir. Gazetelerdeki siyasal ve toplumsal içerikli yazılar yerini günlük sıradan olaylara bırakır. Toplumsal makalenin yerini de edebi makale alır.
4. Yazılan tiyatro eserleri sahne tekniğine uygun değildir. Oynamak için değil, okunmak için yazılırlar. Bireyin dünyası ön plana çıkarılır. Toplumu eğitici yanı yiter.
5.Birinci dönemdeki gibi hece denenmekle bir­likte aruz yine egemenliğini sürdürmüştür. Birinci dönemde de kullanılan Divan edebiyatı nazım bi­çimleri bırakılmaya başlanmıştır
6. Şiirin konusu genişletilmiş; ölüm, karamsarlık, aşk, felsefi düşünceler tema olarak seçilmiştir. Sa­natçılar, güzel olan her şey şiirin konusu olabilir anlayışını savunmuşlardır. Bu dönem şiiri Servet-i Fünun şiirine de esin kaynağı olmuştur.
7. Roman ve öykü tekniği daha da gelişir. Birinci dönem göre daha nitelikli ürünler vermeye başla­mıştır. Betimlemeler ilk döneme göre daha da öl­çülüdür. Realizm akımının etkisiyle gözleme önem verilmiş, olay ve kişiler daha gerçekçi anlayışla anlatılmıştır.
8.Nabizade Nazım Natüralizmden, Recaizade Mahmut Ekrem ve Samipaşazade Sezai realizm­den, Abdülhak Hamit Tarhan ise romantizmden etkilenmiştir.
9. Tazimatın ikinci döneminde ürünler veren Muallim Naci Divan edebiyatının tek savunucusu-
10.Tanzimat’ın ikinci kuşak sanatçıları, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Nabızade Nazım, Muallim Naci, Direktör Afi Bey ve Ahmet Cevdet Paşa’dır.
 





RECAİZADE MAHMUT EKREM





Tanzimat edebiyatının ikinci dönem yazarlarından olan Recaizade Mah­mut Ekrem, Bayezit Rüştiyesi ve Mekteb-i İrfaniye'de okuduktan son­ra, 1858'de girdiği Harbiye İdadisi'nden, sağlığının bozulmasından dolayı, "öğrenimini bitirmeden ayrıldı ve Ha­riciye Mektubi Kalemi'nde memurluk görevi aldı (1862). Burada hem fransızca öğrenmeye başladı, hem de Tan­zimat edebiyatını yaratan Namık Ke­mal, Leskofçalı Galip, Hersekli Ahmet Hikmet gibi ozan ve yazarlarla dost­luk kurarak, edebiyatla ilgisini pekiş­tirdi. İlk yazılarını başta Tasvir-i Ef­kâr olmak üzere çeşitli gazete ve der­gilerde yayımladı. Bu ürünler eski edebiyat anlayışını sürdüren deneme­lerdir. Hariciye Mektubi Kalemi'nde yakınlaştığı, Tasvir-i Efkâr'ın sorum­lusu Namık Kemal'in 1867'de Paris'e gitmesinden sonra, gazetenin sorum­luluğunu üstlendi. 1868'de Şurayı Devlet (Danıştay) üyeliğine atandı, da­ha sonra bu kurumda başmuavin ol­du.
  
İlerlettiği fransızcasıyla Fransız ede­biyatını yakından izleyen ve tiyatroy­la ilgiilenen Recaizade Mahmut Ekrem 1870'te konusu Fransa'da geçen ve kahramanları Fransız olan Afife Anjelik adlı oyununu yayımladı. 1871'de de eski edebiyat anlayışını sürdüren şiirlerini ve düzyazı parça­larını Nağme-i Seher (Sabah Ezgisi) adıyla kitaplaştırdı. Aynı yıl, yeni ku­rulan Nafıa Dairesi'ne, 1872'de Tan­zimat Dairesi'ne atandı, daha sonra burada başmuavin oldu. 1874'te ye­niden Nafıa Dairesi'ne geçti, 1878'de Mekteb-i Mülkiye'de edebiyat öğret­menliğine getirildi. Bu okulda o zama­na kadar sürdürülen öğretim yöntemi­ni değiştirerek, derslerde Batılı bir yöntem izledi. Ders notlarını düzenle­yerek oluşturduğu Talim-i Edebiyat adlı eleştiri ve kuram kitabını taşbaskı olarak bastırıp (1879) ders kitabı ola­rak okuttu. Bu kitapta geliştirdiği ye­ni edebiyat eleştirisi anlayışı ve bu an­layışı uygulayarak yazdığı şiirleri içe­ren üç ciltten oluşan Zemzeme (Ezgili Sesler, 1883, 1884, 1885) kitabına es­ki edebiyat yandaşlarınca yapılan sal­dırılar nedeniyle tartışmalara girişti. Zemzeme 'nin üçüncü cildinin önsö­zünde ve Takdir-i Elhan kitabındaki görüşler de eski edebiyat yandaşların­ca saldırılara uğradı (bu saldırıların en ağırı, Muallim Naci'nin 1886'da tefrikaya başladığı Demdeme'dir. [Azarlama; kitap olarak basılışı 1887], Demdeme'nin tefrikası, yarat­tığı yankılar nedeniyle, resmi makam­larca yarıda kesildi). Recaizade Mahmut Ekrem 1896'da Temyiz Mahkemesi reisliğine, aynı yıl Tanzimat Dairesi reisliğine getirildi. Bu arada Talim-i Edebiyat"taki kimi metinlerin sansürce çıkarılmasının is­tenmesi üzerine Mülkiye Mektebi'ndeki görevinden ayrılmak istedi, ama maarif nazırı Mustafa Paşa'nın ara­ya girmesiyle vazgeçti ve Galatasaray Lisesi'nde de görev aldı. Ancak Mus­tafa Paşa'nın nazırlıktan ayrılması üzerine iki okuldaki görevini de bırak­tı.
  
Bu tartışmalar ve sansürün baskısı nedeniyle şiirden uzaklaşarak, yeni yetişenleri yönlendirmeye, yapıtları­nı eleştirmeye ve öykü yazmaya yönel­di. "Saime" adlı öyküsünün tefrika edilmesi sansürce yarıda kesildi (1888). İtalya'nın saldırısı sırasında başgösteren salgın hastalığı yerinde inceleyecek olan kurula katılarak Trablusgarb'a gitti (1890). Yurda döndükten sonra Büyükada'da oturmaya mecbur edildi.
  Bu dönemde Şemsa adlı öykü kita­bıyla (1895), tek romanı Araba Sevdası'nı (1898) yayımladı. Recaizade Mahmut Ekrem, İkinci Meşrutiyet''in ilanından sonra evkaf ve maarif nazırlıklarına getirildi (1909), sonra aynı yıl ölünceye kadar sürdüreceği Ayan (Senato) üyeliğine atandı.
SANATININ ÖZELLİKLERİ VE GÖRÜŞLERİ
İlk şiirlerinde eski anlayışı sürdüren Recaizade Mahmut Ekrem tehliller, münacaatlar, naatlar, övgüler ve ga­zeller yazdı. Namık Kemal ve Abdülhak Hamit'in etkisiyle şiirlerini yenileştirerek geliştirdikten sonra, Divan edebiyatının dil ve anlatımını taklit eden bu şiirlerini beğenmediğini be­lirtti. Ona göre şiirin, edebiyatın ve geniş anlamda sanatın, insanda deği­şik duygular uyandıran güzelliklerini anlatmaktan başka bir amacı yoktur.  
Siyaset, toplum ve ahlak sorunları, şi­iri ilgilendirmez. Sanatçı yapıtını bir ahlak dersi vermek için değil, duygu, düşünce ve hayal güzelliklerine ulaş­mak için yazar. Bu bakımdan Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat döne­minin edebiyatta bir tür toplumsal ah­lakın ve siyasal düşüncelerin savunu­culuğunu yapan birinci kuşak sanatçılarından ayrılarak, Servet-i Fünun şiirini hazırlayan sanatçıdır. Güzelli­ğin, düşünce, duygu ve hayal güzelli­ği olarak üç bölümde toplandığını be­lirtir. Zemzeme adlı üç ciltlik kitabın­daki şiirlerde duygu güzelliğine yönel­miştir. Ona göre, şiirde biçimi, yük­sek, süslü ve alelade olmak üzere üçe ayırdığı üslup belirler. Kendi şiirlerin­de bu üç üslubu da denemiştir. Şiirlerinde günlük yaşam, anılar, aşk, doğa ve özellikle ölüm konularını işle­yen Recaizade Mahmut Ekrem, dil ko­nusunda da Tanzimat edebiyatının bi­rinci kuşağının ulaştığı yalınlıktan ay­rıldı, şiirin kendisine özgü bir dili ve sözcük dağarcığı olduğunu belirterek, Servet-i Fünun'un şiir dilinin çıkış noktasını oluşturan bu dil anlayışını şiirlerinde uyguladı ve edebiyat dilinin konuşma dilinden ayrılmasına yol açtı.
  
Eleştiri yazılarıyla yeni kuşağın ede­biyat anlayışını yönlendiren Recaiza­de Mahmut Ekrem'e göre şiirdeki üs- . lup güzelliğini ölçü ve uyak yaratmak­tadır. Uyağın, eski edebiyattaki gibi göz için değil kulak için kullanılması gerektiğini, yani yalnız yazılışı değil, sesleri benzeyen sözcüklerin de uyak olabileceğini söyleyerek uyak anlayı­şına dayenilik getirmiştir.Türkçe sözcüklerin, özellikle yüklemlerin müzik değeri olmadığını ileri sürmesi, dilde yalınlıktan uzaklaşmasının bir başka nedenidir.

 ÖYKÜLERİ VE ROMANI
Recaizade Mahmut Ekrem'in Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1889) ile Şemsa (1896) adlı iki uzun öyküsü, öykü tekniği bakımından za­yıf, romantik yapıtlardır. 1898'de ya­yımlanan tek romanı Araba Sevdası. Tazminat edebiyatı romanında Batı­lılaşmayı yanlış yorumlayan, bu ne­denle gülünç duruma düşen bir züppe genci anlatır. Gerek olay, gerekse roman tipleri bakımından özgün bir ya­pıt olan Araba Sevdası'mda Türk ro­manında ilk kez gülmece öğeleri işlev­sel olarak kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatı romanının betimlemede süs­lü, konuşmalarda yalın dil kullanma anlayışı bu romanda da görülmekle birlikte, Recaizade Mahmut Ekrem'in roman dili yalın sayılabilir. Romanda ruhsal betimlemeler de önemli yer tu­tar. Araba Sevdası gerçekçi yöntem­le yazılan ilk Türk romanlarından bi­ridir.

  TİYATRO OYUNLARI
Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat edebiyatında ortaya çıkan tiyatro tü­ründe de ürün verdi; ancak bu türde­ki yapıtları özgünlük ve yetkinlikten uzaktır. İlk oyunu Afife Anjelik 'in çe­viri olması olasılığı da vardır. Cha-teaubriand'dan çevirdiği, romandan uyarlanan Atala Yahut Amerika Vahşilerinden (1873) sonra yazdığı Çok Bilen Çok Yanılır güldürüsü (yazılışı 1874) ile Namık Kemal'in etkisindeki Vuslat (1874) onun tiyatro yazarı ola­rak en etkin yapıtlarıdır.

  Eserleri:
Şiir: Nağme-i Seher (Sabah Ezgisi, 1871); Yadigâr-ı Şebâb (Gençlik An­dacı, 1873); Zemzeme (üç cilt, 1883, 1884,1885); Tefekkür (Düşünce; şiir-düzyazı, 1888); Pejmürde (Solmuş; şiir-düzyazı, 1895); Nijad Ekrem (şiir-düzyazı, 2 cilt, 1910-1911); Nefirin (İlenç, 1916). 

Öykü; Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1889); Şemsâ (1895).Roman: Araba Sevdası (1898). Eleştiri: Talim-i Edebiyat (taşbaskı olarak 1879; 1882); Kudemadan Bir­kaç Şair (eski ozanlar üstüne eleşti­riler, 1885); Takdir-i Elhan (M. Tabir' in-Elhan kitabının eleştirisi, 1886); Takrizat (1898).

Oyun: Afife Anjelik (1870); Atala Ya­hut Amerika Vahşileri (1873); Vuslat (1874); Çok Bilen Çok Yanılır (yazılışı 1874; yayımlanısı 1916).




ABDÜLHAK HAMİD TARHAN




2 Ocak 1852’de İstanbul’da doğdu. Hekimbaşı Abdülhak Molla'nın torunu, tanınmış tarihçi ve Tahran Büyükelçisi Hayrullah Bey'in oğlu. Kısa süre Rumelihisar Rüşdiyesi’ne devam etti. Yanyalı Tahsin Hoca ile Edremitli Bahaeddin Efendi'den özel dersler aldı. 1862’de 10 yaşındayken ağabeyi ile birlikte Paris’e babasının yanına gitti. Bir süre Paris'te eğitim gördükten sonra 1864'te İstanbul'a döndü. Yaşının küçüklüğüne rağmen Bab-ı Ali’de tercüme odasına katip olarak girdi. Bir yıl sonra Tahran Büyükelçiliği’ne atanan babasıyla birlikte İran’a gitti. Farsça öğrendi. Babasının 1867’de ölümü üzerine İstanbul’a döndü. Maliye Mühimme Kalemi’ne girdi. Şûra-yı Devlet ve Sadaret kalemleri'nde çalıştı. 1871'de Fatma Hanım'la evlendi.1876'da Paris Büyükelçiliği İkinci Katipliği'ne atandı. 1878'de görevden alındı, iki yıl açıkta kaldı. 1881'de Gürcistan'da Poti, 1882'de Yunanistan'da Golos konsolosluklarına, 1883'te Bombay Başkonsolosluğu'na atandı. Bombay'dan gemiyle İstanbul'a dönerken uğradıkları Beyrut'ta eşi Fatma Hanım'ı kaybetti. Bu ölümün sarsıntısıyla ünlü şiiri "Makber"i yazdı. 1886'da Londra Büyükelçiliği Başkatipliği görevine getirildi. londra'da Bayan Nelly ile evlendi. 1895'te Lahey'e elçi olarak gönderildi. Bir yıl sonra Brüksel elçiliğine getirildi. Nelly'nin 1911'de ölmesinden sonra İstanbul'da Cemile Hanım ile evlendi. Bu evlilik 20 gün sürdü. 1912'da Belçika asıllı Lüsyen Hanım'la evlendi. Aynı yıl görevden alınınca İstanbul'a döndü. Meclis-i Âyan üyeliğine getirildi. İstanbul'un 1920'de işgal edilmmesi üzerine Viyana'ya gitti. Sıkıntı içinde yaşadı. Ankara Hükümeti yurda dönmesini sağladı. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra kendisine maaş bağlandı. İstanbul Maçka Palas'ta bir daire verildi. 1928’de İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar milletvekili olarak kaldı. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu’da. Şiire 1870'lerde başladı. Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem, Samipaşazade Sezai, Namık Kemal gibi Tanzimat döneminin yeni edebiyatçıları arasında yer aldı. Yurtdışı görevleri nedeniyle Batı edebiyatçılarını yakından tanıdı, onların etkisinde kaldı. Divan edebiyatı nazım birimlerinin dışına çıkmayı denedi. Dize ve uyak düzeninde değişiklikler yaptı. Divan şiiri konularının dışına çıkmayı denedi. Şiirlerine günlük yaşamı, doğa ve insan ilişkilerini konu aldı. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Manzum tiyatro oyunları da kaleme aldı. Ancak bunlar sahnelenmekten çok okunması amacıyla yazılmış oyunlardı. Yaşadığı dönemde Türk edebiyatının en büyük şairi sayıldı ve "Şair-i Âzam" ya da "Dahi-i Âzam" unvanı verildi.


ESERLERİ

ŞİİR:
Sahra (1879)
Ölü (1886)
Hacle (1886)
Bir Sefilenin Hasbihali (1886)
Bâlâ’dan Bir Ses (1911)
Validem (1913)
İlham-ı Vatan (1918)
Tayflar Geçidi (1919)
Ruhlar (1922)
Garâm (1923)

OYUN:
İçli Kız (1874)
Sabr ü Sebat (1875)
Duhter-i Hindu (1875)
Nazife yahut Feda-yı Hamiyet (1876, 1919)
Tarık yahut Endülüs Fethi (1879, 1970)
Eşber (1880, 1945)
Zeynep (1908)
Macera-yı Aşk (1910)
İlhan (1913)
Tarhan (1916)
Finten (1918, 1964)
İbn Musa (1919, 1928)
Yadigar-ı Harb (1919)
Hakan (1935)





SAMİ PAŞAZADE SEZAİ





1860’ta İstanbul’da doğdu. 26 Nisan 1936’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. "Sergüzeşt" romanının yazarı. Babası Abdurrahman Sami Paşa'nın konağında özel öğrenim gördü. 1880’de ağabeyi Suphi Paşa'nın başında olduğu Evkaf Nezareti Mektub-i Kalemi'ne memur olarak girdi. Ertesi yıl Londra elçiliği ikinci katipliğine atandı. İngiltere’de kaldığı 4 yıl boyunca İngiliz ve Fransız edebiyatlarını inceledi. Elçilikteki görevinden İstifa edip İstanbul’a döndü. İstişare Odasına memur oldu. İlk romanı "Sergüzeşt" yüzünden göz hapsine alındığını düşünerek 1901'de Paris’e gitti Jön Türkler'e katıldı. Meşrutiyet’in ilanına kadar Paris'te kaldı. İttihat ve Terakki'nin Paris merkezinde görev yaptı. Örgütün yayın organı olan "Şura-yı Ümmet" gazetesinde 2'nci Abdülhamit'in baskıcı rejimini eleştiren yazılar yazdı. 1908’de 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul’a döndü. 1909'da Madrid Büyükelçiliği'ne atandı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit’ten İsviçre’ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. 1921’de emekliye ayrıldı ve İstanbul’a döndü. Yaşamının son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisi kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı. Divan edebiyatına karşı çıkan Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan gibi yazarların etkisiyle Batı edebiyatına yöneldi. Alphonse Daudet'den esinlenerek yazdığı kısa öykülerle Batılı anlamda ilk gerçekçi ürünleri verdi. 1874'te "Kamer" gazetesinde yayınlanan söylev türündeki ilk yazılarıyla adını duyurdu. İlk kitabı 3 perdelik tiyatro oyunu "Şir" 1879'da basıldı. İlk romanı olan ve kendisine büyük ün sağlayan "Sergüzeşt" Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden biri sayılır. Bu romanda bir paşazade ile bir cariyenin aşk öyküsü anlatılıır.
ESERLERİ

ROMAN:
Sergüzeşt (1889)

ÖYKÜ:
Küçük Şeyler (1892)

OYUN:
Şir (arslan, 1879)

SOHBET-ELEŞTİRİ-ANI:
Rumuzu’l- Edeb (1900)
İclal (1923)


DİĞERLERİ

MUALLİM NACİ (1850-1893)

* Recaizade Mahmut Ekrem'le eski- yeni kavgasında eski'yi savunmuştur.
* Batılı tarzda şiirler de yazmıştır.
* Dili ağırdır ;ancak başarılıdır.
* Eserleri: Ateşpare, Füruzan, Şerare (şiir) Demdeme, Muallim (eleştiri)
Islahat-ı Edebiye (sözlük)

NABİZADE NAZIM (1862-1893)

* İlk köy romanımız kabul edilen: Karabibik'i yazmıştır.
* Realizm, natüralizm'in öncülerinden sayılır.
* İlk psikolojik roman denemesi sayılan: Zehra'yı yazmıştır.

AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1912)

* Halk için roman geleneğini benimsemiştir.
* Halkın anlayacağı bir dilde ve onları ilgilendiren konularda eserler vermiştir.
* İlk hikâye örneklerimizden biri sayılan :"Letaif-i Rivayet"i yazmıştır.
*
Romantizmden etkilenmiştir.
* En üretken yazarımız odur. "Yazı makinesi" olarak da bilinir. 36'sı roman olmak üzere 200'e yakın eseri vardır.
* Eserlerinden bazıları: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah,
Felatun Bey ve Rakım Efendi, Yer Yüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında...

ŞEMSETTİN SAMİ ( 1850-1904 )

* Devrinin en büyük dil bilgini sayılmıştır.
* İlk romanımız olan:
Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı eseri yazmıştır.
* Kamus u Türkî adlı sözlüğü yazmış.
* Kamus u Fransevi ve Kamus-ı Alam'ı yazmıştır.

AHMET VEFİK PAŞA (1829-1892)

* Tiyatromuzun en büyük kilometre taşı sayılır.
* Bursa'da kendi adıyla
tiyatro kurmuştur.
* Halkın tiyatroyu sevmesi için özellikle
Moliere'den çeviriler yapmıştır.
* İnfiali Aşk, Dudu Kuşlar, Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Kadınlar Mektebi ,Şecere-i Türk eserlerinden bazılarıdır.


AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1912)

* Halk için roman geleneğini benimsemiştir.
* Halkın anlayacağı bir dilde ve onları ilgilendiren konularda eserler vermiştir.
* İlk hikâye örneklerimizden biri sayılan :"Letaif-i Rivayet"i yazmıştır.
*
Romantizmden etkilenmiştir.
* En üretken yazarımız odur. "Yazı makinesi" olarak da bilinir. 36'sı roman olmak üzere 200'e yakın eseri vardır.
* Eserlerinden bazıları: Hasan Mellah, Hüseyin Fellah,
Felatun Bey ve Rakım Efendi, Yer Yüzünde Bir Melek, Henüz On Yedi Yaşında...

ŞEMSETTİN SAMİ ( 1850-1904 )

* Devrinin en büyük dil bilgini sayılmıştır.
* İlk romanımız olan:
Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı eseri yazmıştır.
* Kamus u Türkî adlı sözlüğü yazmış.
* Kamus u Fransevi ve Kamus-ı Alam'ı yazmıştır.

AHMET VEFİK PAŞA (1829-1892)

* Tiyatromuzun en büyük kilometre taşı sayılır.
* Bursa'da kendi adıyla
tiyatro kurmuştur.
* Halkın tiyatroyu sevmesi için özellikle
Moliere'den çeviriler yapmıştır.
* İnfiali Aşk, Dudu Kuşlar, Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Kadınlar Mektebi ,Şecere-i Türk eserlerinden bazılarıdır
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder