Kendinizi Sevin Ve Saygı Duyun


“Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüştür, biri de doğmamıştır.”

                                                                                         Çin Atasözü




Saygı, insanlar arası iletişimde ilişkilere derinlik katan ve birlikteliğin sürecini tayin eden en önemli değerdir. Eşler arasında saygı olgusu sarsılırsınca, zamanla ilişkiler çıkmaza girer ve bu süreçte sevgi bağları da kopar. Beklide o yüzden ilişkiler bir süre sonra büyüsünü yitiriyordur. Bir anda ortada balkabağı ve fareler. Camdan bir ayakkabınız yerine ise camdan bir kalbiniz vardır kimliğinize dair, oda ya kırılmıştır ya da çatlamış…

Uzun bir evlilikte, iki gencin ilk zamanlarındaki aşkını ve heyecanını göremezsiniz belki ama çok daha kalıcı ve değerli iki şeyi fark edersiniz, sevgi ve saygı… Aşk denen o güzel coşku ve heyecanla başlayan ilişkide zamanla sevgi bağları sımsıkı örülüp saygı ile de güçlendirildiğinde hayata değecek bir ilişki çıkar ortaya. Çevrenizde azda olsa bu mutluluğu 40–50 seneye sığdırmış amcalara ve teyzelere bakın. İleri yaşlarına rağmen ne kadar da taze ve sıcak bir gülümsemeleri vardır. Oysa gençliğe baktığımızda birçok şeyi düşüncesizce tüketen, kendinden habersiz ve amaçsız bu zihniyetin, aşk, dostluk ve sevgi kavramlarını da hızla tükettiğini görüyoruz. Çünkü kendilerini tanımıyor, sevmiyor ve saygı duymuyorlar. Siz ne kadar mutluysanız çevrenize de o kadar mutluluk verebilirsiniz. Siz kendinizi ne kadar seviyorsanız başkalarını da o kadar sevebilirisiniz. Ve siz kendinize ne kadar saygı duyuyorsanız çevrenize de o kadar saygılı olabilirsiniz.

Aynı şekilde ebeveynler arasında da saygı anlayışı yoksunluk gösterince, bireylerin birbirlerini anlama ve uzlaşma yolları da daralır. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda toplum olarak aile yapımızdaki değişimi ve yıkımı anlamamız zor olamaz. Ancak hala anlamakta zorluk çektiğim bir şey var ki oda bir evlat anne-babansına nasıl kıyar ya da bir anne-baba evladına… Sosyolojik açıdan birçok yaklaşımda bulunabilir ve buna zemin hazırlayan nedenleri tartışabilirim ancak insani açıdan çoğu kez çıkmaza giriyorum. Emin olduğum bir şey varsa o da yaşamları bir hiç olanların hiçbir şeyden çekinmedikleridir.  

Uzun süreli bir birliktelik ve sağlıklı bir iletişim için karşılıklı saygı kaçınılmazdır. Ancak insandaki saygı olgusu önce bireyin kendisine karşı tutumunda gelişir. Yani öncelikle kendinize saygı duymalısınız. Kendinize duyduğunuz saygı kendinize verdiğiniz değerle ölçülür. Değer vermek kendi benliğinizde başlar ve oradan da göle atılan ufak bir çakıl taşı misali dalga dalga çevrenize yayılır. Sonuçta da hayattan keyif almaya başlarısınız.  Keyifli olduğunuz anlarda hayata bakışınızdaki değişikliği hatırlayın. Her şey daha bir güzeldir değil mi? Kendinize ve insanlara verdiğiniz değer, bir hafta sonu sabahı ekmek almak için evden çıktığınızda küçük bir yavru kediyi okşamanız, fırında karılaştığınız Ahmet amcaya merhaba demeniz olarak kendisini gösterir. Aldığınız hazsa yaptığınız küçük şeylerin yanında oldukça büyük kalır. Hayata nasıl seslenirseniz yankısı da aynısı olacaktır. Hayata güzel olduğunu haykırın ki hayat da size güzelliğinizi hatırlatsın.



Kendinize saygı duymazsanız zamanla kendi ideallerinizin şekillendirdiği hayatı değil, çevrenizin kabullerine cevap verecek hayatı yaşarsınız. Siz olmadığınız ve size yabancı bu hayatta mutlu olmayı bekleyemezsiniz. Siz kendinize değer verdiğiniz sürece çevrenizdeki insanlarında size saygı duyacağını göreceksiniz.

Mutluluğu kendi benliğinizde arayın ideallerinizin önündeki en büyük engel yine kendinizdir. Zamanla monotonlaşan yaşam içinde hayatınızı alışkanlıklarınız esir alır. Sizi kalıplaşmış bir yaşamın duvarları ardına hapseder. Özgürlüğünüzün tek çıkış yolu alışkanlıklarınızdan sıyrılarak hayatın monotonluğu içinde yeni güzellikler yakalamaktır. Amos Parris der ki; “Alışkanlık anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir.”

Kendinizi geliştirdikçe dünkü sizden bir adım daha ileri giderken çevrenizi de daha iyi anlarsınız. Yaşadığınız hayatı anlayıp, o hayatın içinde doldurmanız gereken gediği daha iyi belirler ve faydalı olmanın doyumsuz keyfine varırsınız. Hayatın içinde aldığınız rolün ne olduğu ise çokta önemli değildir. Önemli olan rolünüze ne kadar hâkim olduğunuz ve işinizi ne kadar iyi yaptığınızdır.

Ülkemizde her dalda birçok üniversite mezunu var ve bunların içinden büyük bir kısmı umutsuz ve de işsiz. Bence bu ülkede kimse işini doğru dürüst yapmıyor. O yüzden siz işinizi en iyi şekilde yapın yeter. O zaman iş de var ekmekte… İlk başlarda kendinizi kanıtlamak için aklınıza ve de girişimci ruhunuza ihtiyacınız olacaktır. Ama zaten hayatta hiçbir yokuşu terlemeden çıkamazsınız. Zamanın en büyük destekçiniz olduğunu fark ederken aslında ülkede ne kadar da layığıyla yapılmayı bekleyen iş var anlayacaksınız. İşinize kendi imzanızı atarcasına özgün olun ve kendinizden bir şeyler katın ve önemli motivasyonu da işinizden keyif alarak sağlayın. Bir lokanta da garsonsanız, sırf sizin hizmetinizden duydukları memnuniyet için o lokantayı tercih eden müşterileriniz olsun. Ya da pazarda limon satıyorsanız, insanlar her yerden alabilecekleri bir limonu en titizce dizilmiş tezgâhın en güler yüzlü satıcısından almak istesinler. Böylece halkın sevmediği ve istemediği bir devlet adamından çok daha faydalı olmuş olursunuz. Koltuklar ya da mevkiler insanlara anlam yüklemezler, insanlar koltuklarına ve konumlarına değer katarlar. Unutmayın ki hayatı biz anlamlı kılarız, hayat bizi değil…  

Hayatınızdaki bazı şeyleri siz seçmezsiniz. Doğumunuzla birlikte size sunulmuş iyi ya da kötü bazı şeyler vardır. Bunların için tasalanmak ya da övünmek önemli değildir. Ama nasıl bir yaşam istediğiniz önemlidir. Çünkü istediğiniz gibi yaşarsınız. Kendinizle barışık bir tutum içinde bunu başarabilirsiniz. Yeterki isteklerinize cevap veren çabanız olsun…

Kendisiyle barışık olan insanlar aynı zamanda başarılı insanlardır. Bu insanlar kişiliklerindeki artılar ve eksilerle bir bütün olduklarını bilirler ve kendilerini severler. Özgüvenleri tam olduğu için daha sağlıklı iletişim kurarlar. Çevrenin ne düşüneceği ile ilgili kaygıları olmadığı gibi, kendilerine olan öz güvenleriyle besledikleri kararlılıklarıyla da düşüncelerini açıkça ifade etmekten kaçınmazlar. Bu tür insanlara toplumda gıpta ile bakılır. Onlardaki kendine güven hissi,  çevrelerinde pozitif bir enerji yayar. Oysaki kendisinden memnun olmayan insanların görünüşlerini ve benliklerini sevmedikleri için çevreleriyle de uyumsuz olduklarını görürsünüz. Onlar yağmurlu bir günde pencereden baktıklarında çamuru görürler. Oysa kendisi ve çevresiyle barışık insanlar üzerlerine doğan gök kuşağını görürler. Sizde hayata nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Unutmayın nereye baktığınızdan ziyade nasıl baktığınız önemlidir.

Kusursuzluk insanın hayatında ulaşamayacağı bir noktadır. Hani bir söz vardır ya “Sizi tatlı kılacak kadar yeterli mutluluğunuz olsun, güçlü kılacak kadar acınız…”  Hem kim ister ki her şeyin eksiksiz ve isteğimiz gibi olmasını. Çalışarak elde etmenin, acılara karşı dimdik ayakta durabilmenin, zor durumdayken bir dostun omzunda ağlamanın hazzı olmazsa hayat ne kadar anlamlı gelir insana. Kimse mükemmel bir hayatı istemez emin olun. Ama herkes huzurlu bir yaşam ister. Ve o yaşamı sadece kendinde arayanlar mutlu olurlar.

 Kendi içinizdeki dünyaya yabancıysanız dış dünya da o kadar anlamsız ve boş gelir size. Depresyonda olan bir kişi için hayatın anlamı giderek kaybolur. Her şey siyahtır. Cisimleri değil onların gölgelerini görür. Anlamını yitiren onca şeyin içinde boğulur ve kaybolur. Nedir peki bu kadar insanı kendin uzaklaştıran. Beyindeki seratonin denen madde midir yani hayatın lezzetini tatmamızı sağlayan. Ve ilaçlar mıdır bizi hayata yavaşça tekrar bağlayan. Elbette değil. İlaçlar beynimizde ve biyolojimizdeki eksikleri tamamlarken asıl biz ruhumuzu tekrar ayağa kaldırabiliriz. Bütün depresyon tedavilerinde hastaya düşen mücadele payı fazladır. İlaca ve doktora ihtiyaçta muhakkaktır ancak yine de geminin kaptanı sizsiniz ve dümen sizin elinizde. Gemiyi fırtınaya sürüklediğiniz gibi onu felaketten çıkaracak olanda sizsiniz. Bazen fırtına kendi gelir. Ama siz her zaman dümenin başında olursanız, biraz sarsılırsınız ama geminiz dimdik ayakta kalır. Ve ancak büyük fırtınalara göğüs germiş bir kaptan efsane olabilir.

Sığ sularda yüzmeyin. Hedefleriniz hep büyük olsun. Aklınız ve duygularınızın belirlediği rotada risk almaktan korkmayın. Kendi hayatınızın kaptanısınız unutmayın. Kendinizi sevin, insanları sevin, hayatı sevin. Sevin ki sevilin…

ALINTI..
ÖMER FATİH HOŞ
                                                                                                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder