Mevlana ve ''mesnevi''

 

Uzaklık deyip dert ettiğin nedir ki sevgili ? Biz

YARADAN'ı görmeden sevmedik mi ?




Mevlana'dan...



Mesneviden özdeyişler

ERKEK VE KADIN
Ey yiğit kişi! Erkeklerin kadınlara üstünlüğü kuvvet, kazanç ve mal-mülk bakımından değildir.
Öyle olsaydı, aslan ve fil daha kuvvetli olduklarından dolayı insandan daha üstün, daha yüce olurdu.
Erkeklerin kadınlardan üstün olması erkeğin, kadına nazaran daha çok işin sonunu görebilmesindendir.
Erkek de, işin sonunu tahmin edip göremezse, bu becerisi olanlara karşı kadın gibi noksan sayılır.
İnsan, yiğitlikte Zaloğlu  Rüstem bile olsa, Hamza’dan bile cesur olsa yine de hükmetme hususunda karısının esiridir.
Görünüşte su, ateşten üstündür ...
Fakat ikisinin arasına bir tencere (sevgi) girdi mi ateş o suyu kaynatır, buharlaştırır, yok eder.
Görünüşte su nasıl ateşten üstünse sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, onu istemektesin.
  Kadınlar, akıllı erkeklere karşı galip gelirler, fakat cahil kişiler kadınları mağlup ederler.
Bu tür cahiller, sert ve kaba olan insanlardır.
Bunlarda acıma, lütfetme, sevme duygusu azdır; çünkü yaratılışlarında hayvanlık duygusu üstündür.
Sevgi ve acıma insanlık özelliğidir, hiddet ve şehvet ise hayvanlık.
Kadın, Hak nurudur, sevgili değil; sanki yaratıcıdır (doğurgan), yaratılmış değil!
BİLGİ VE İNSANIN HAKİKATİ
Toprağa mensup insan Hak’tan ilim öğrenmiş ve o bilgi ile yedinci kat göğe kadar bütün âlemi aydınlatmıştır.
Bilgi, Süleyman mülkünün hâtemidir; bütün âlem cesettir, ilim candır.
Soru da bilgiden doğar, cevap da; diken de toprakla sudan biter, gül de.
Sapıklık da bilgiden olur, doğru yolu buluş da; acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da.
(Sahibini) gönül ehli yapan ilim, insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim, yükten ibarettir.
Hevâ ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki, kendi içindeki ilim ambarını göresin.
Bu doğru, şu yanlış; bunları biliyorsun da kendin eğri misin, doğru musun? (Ona) bir bak!
Bütün bilimlerin özü şudur: “Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim?” sorusunu bilebilmek.
Din usûlünü öğrenmişsin, bilmişsin; ama bir de kendi mayana bak, onu tanı!
Kitaptan maksat içindeki bilgilerdir; ama dilersen sen onu yastık yapıp başının altına da koyabilirsin.
Bu, kılıcı çivi yerine kullanıp, zafer yerine mağlubiyeti kabul etmek, demektir.
Bazı âlimler, bilgilerin yüz binlerce türünü bilir de kendisini bilmez.
Nice âlimler vardır ki hakiki ilimden, hakiki irfandan nasipleri yoktur. Bu tür âlim  ilim hâfızıdır, ama ilim sevgilisi değil.
Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözlerin açılmaz.
Kendine, aşkı ve bakışı öğret! (İşte) bu bilgi,  taşa kazılan nakış gibidir.
Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan, Allah takdir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
Fakat Allah’a lâyıkıyla  kulluk edersen bir kitap bile okumadan, yeninden-yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
Bilgili adamın uykusu ibadetten üstündür. Hele insanı gafletten uyandıran bilgi olursa…
Bilgi, uçsuz, bucaksız ve kıyısız bir denizdir. Onu dileyense, denizlerde dalgıçlık edene benzer.
Bilgi isteyen kişinin ömrü, binlerce yıl olsa dahi yine araştırmaktan vazgeçmez; bir türlü doymaz.
Bilgi, Mü’minin kayıp malıdır; bu sebeple  Mü’min kendi yitiğini bilir, anlar.
Topraktan biten güller yok olur gider; gönülde biten güller ise devamlıdır.(…)
Bizim öğrendiğimiz bu tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir-iki, bilemedin üç demetten ibarettir.
Gül bahçesinin kapısını kendimize kapatmışızdır da, onun için bu iki üç demete tutulup, kalmışız.
Yazıklar olsun ki, böyle bir bahçenin anahtarları ekmek-boğaz yüzünden elimizden düşüp gidiyor.
                                                                                    

BAKMAK VE GÖRMEK
Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır.
Kulak sadece vasıtadır, vuslata erense göz. Göz hâl sahibidir, kulaksa dedikodu.
Gözün bir an içinde gördüğünü, dil yıllarca söylese anlatamaz;
Kulak, anlayışın bir anda gördüğünü, anladığını yıllarca dinlese bitiremez.
Acı tatlı, bu gözle görünmez. Basiret ehli onları, âkıbet penceresinden görmeyi bilir.
Âhiri gören göz, doğruyu görebilir; ahırı gören gözse gururdan, körlükten ibârettir.
Can yolu, mutlaka cismi viran eder, onu yıktıktan sonra da tekrar yapar.
Bu beş duyudan başka beş duygu daha vardır ki, o duygular kırmızı altın gibidir, bunlar ise bakır gibi.
Allah, duygu gözüne kör dedi, putperest dedi, bizim zıddımız dedi.
Çünkü o, köpüğü gördü de denizi görmedi. Bu ânı gördü de yarını göremedi.
İnsan, duyulardan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancıdır.
Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiş kat azizdir, yetmiş derece kuvvetlidir... Bu iki duyu gözü, onun nimetiyle geçinmededir.
O bakış nura mensuptur; bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!
Baş gözü, daima bedeni görür; can gözüyse, hünerli canı.
Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer’i görür ancak.
Bir bakış vardır, iki fersahlık yolu görür;  bir bakış vardır iki âlemi de görür, padişahın yüzünü de.
Bir hayret lâzım ki düşünceleri  silip süpürsün. Hayret, fikirleri de yok eder, zikirleri de.
Aklı, zekâyı sat da hayranlığı satın al. Akıl ve zekâ, zandır; hayranlıksa bakış, görüş!
Şu halde sen, hemen öylece hayran ol yalnız! Hayran ol ki önden arkadan Hakk’ın yardımı gelsin...

                                                                               
AŞK VE ÂŞIK
Her kimin yakası bir aşktan dolayı yırtılmışsa, o hırstan ve ayıptan tamamıyla temizlenmiştir.
Kimde aşk endişesi yoksa, o kanatsız kalmış bir kuş gibidir, vah ona!
Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şad ol!..
Toprak beden, aşktan dolayı göklere çıktı; dağ (bile aşktan) oynamaya başladı, çevikleşti.
Yemyeşil aşk bağının sonu, ucu-bucağı yok; orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
Aşk dâvaya benzer; cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!
Her ne kadar dille anlatmak aydınlatıcı ise de dile (gelmeyen) aşk, daha parlaktır.
Aşk seçkin erler için gemiye benzer. Gemiye binen kişinin bir âfete uğraması nâdirdir, çoğu zaman kurtulur.
Aşkın yüzlerce nazı, edâsı, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.
Aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.
Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kâinatı kaplar.
Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır; aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.
Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar; aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
Temiz aşk, Muhammed’le eşti. Allah aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın...” dedi.
Hasılı o, aşkta tekti. Onun için Allah, peygamberler içinden O’nu seçti.
Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.
Bu dünya pazarında sermaye altındır; o dünyada ise aşk ve iki ıslak göz.
Zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar da aşk değildir; onlar sonunda bir utanç vesilesi olur.
En güzel olan Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir...
Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur; gönül derdi gibi bir dert yoktur.
Âşığın hastalığı diğerlerinden farklıdır; aşk, Hak sırlarının üsturlâbıdır.
Âşıklar ferahlık kadehini, sevgililerin eliyle öldürüldükleri zaman içerler.
Dirhem vermek cömert kişiye lâyıktır. Can vermek de esasen âşığın vergisidir.
Âşık, aşk diyarında ne söylerse söylesin, ağzından aşk kokusu duyulur.
Âşıkların varlıkla işi yoktur; âşıklar, kârlarını sermayesiz elde ederler.
Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar; onlar, yokluk gibi bir renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!
Âşıklara sevgilinin güzelliği müderristir; defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!
Aşk, âşıkların vücudunu inceltir, zayıflatır; sevgililerin vücutlarınıysa güzelleştirir.
Âşık, başını verince akıl kalır mı gayri? Her şey helâk bulur, yalnız O’nun hakikati kalır.
Kul, daima elbise, vergi diler; âşığın elbisesi ise daima sevgilinin cemâlidir.
Şeytan bile âşık olsa topu çeler; bir Cebrâil kesilir, şeytanlığı ölür.
Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir.
Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.
Nur gitti de dumanı meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur; donar kalır.

EVLİLİK

Nikâh, “Lâhavle” okumaya benzer; oku, yani bir kadın nikâhla da şehvet,  seni belâya düşürmesin.
Madem ki yemeye-içmeye hırsın var, çabucak evlen; yoksa bil ki kedi gelir, yağlı kuyruğu kapar (şehvete kul olur gidersin).
Sıçrayan eşeğin (nefsin, şehvetin) sırtına taş yükünü vur; o kaçmadan, sıçramadan önce sırtına yükü yükle!
Eşlerin birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak!
Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işe yaramaz.
Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun eş olduğunu hiç gördün mü?
Bir kadının kocasını, yahut bir kocanın karısını alıp bir yere götürsen eşi de koşa koşa mutlaka onun yanına gelir.
Bu yapılan işleri de eserleriyle çift yarattık. Bir amelde bulundun mu mutlaka eşi de zuhur eder.
Birisi gelip bir kadının kocasını esir ederek götürse karısı, kocasını araya araya çıkagelir.
Nikâhta iki kişinin de birbirine denk olması lâzım. Yoksa iş bozulur, geçim kalmaz.
Niceleri kadın alarak Kârun gibi zengin oldu; niceleri de kadın yüzünden borçlandı gitti.

Hikâye
Kadının biri kocasına dedi ki: “Ey adamlığı bir adımda aşan!
Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vakte dek bu horlukta kalacağım?”
Kocası dedi ki: “Boğazına bakıyorum; çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum.
Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.”
Kadın, gömleğinin yerini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
Dedi ki: “Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?”
Kocası: “Ey kadın” dedi, “sana bir sorum var. Ben yoksul bir adamım, elimden ancak bu geliyor.
Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün!
Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor, yoksa ayrılık mı?”
Ey kınayıp duran kişi! Belâ, yoksulluk, eziyet ve minnet de böyledir işte.
Şüphe yok ki hevâ ve hevesi terk etmek acıdır, ama Allah’tan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
                                                                                       

ANNE, BABA VE EVLÂTLAR

 (Allah) “babaların ve anaların hilim ve şefkati, bizim hilim ve şefkat denizimizin köpüğüdür. Köpük gider, gelir; ama deniz bâkidir” buyurdu.
Ana çocuk uyansın da gıdasını istesin diye onun burnunu sıkar.
Çünkü çocuk, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
Anneye şükretmemek Allah’a şükretmemektir. Onun hakkı, şüphe yok ki Allah hakkı demektir.
Annenin merhameti de Allah’tandır; ama ona kulluk etmek, hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerli yerinde bir iş.
Annen sana “geber” dese bu sözüyle kötü huyunun, kötülüğünün gebermesini ister.
Çocuk; tutucu, koşucu değilken ancak babasının omzuna biner.
Fakat kuvvetlenip küstahlaşınca, elini, ayağını şuraya, buraya salmaya başlar...
Büyük bir adamın oğlu olmak da önemli değildir; bu çeşit gençler, malla mülkle gururlanır.

Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur, yaptığı kötü iş yüzünden babasına utanç vesilesi olur.

Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğlunun iki gözünden su alır, gıdalanır.
Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.
Anayla, babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir. Onun gözleri bu iki ırmak yüzünden yaşarır, gözyaşı döker.
Kaynak, hastalanıp kötüleşirse o ağacın dalları, yaprakları da kurur.
O ağaç kurumaya başlar. Çünkü, oğlun vücudundan sulanıyor, gıdalanıyordu.
Nice böyle gizli su yolları vardır ki, sizin canınıza eklenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder